YILKI MASALI

fotoğraf: Tarık ÜREN

    Parmaklarım dünyayı keşfediyordu avuçlarının içinde. Terk edilmiş bir evin duvarına şöyle yazılmıştı: "Şayet bir gün sarılırsak eğer; sarılmak değil devrim olur bunun adı." Sarıldık. Bir enkazın altından sağ çıkmışım gibi sarıldık. Devrim oldu.

Kurak ve bereketsiz bir araziye, yüzlerce yıl susuz kalmış bir çöle yağmurlar yağdı. Toprak, suya doydu. Tam o anda bir ormanda birden boy attı adını bilmediğim bitkiler, filizlenip üstündeki taşı toprağı attı bir tohum. Günün ışığına kavuştu. Bir kara ağacın dalları uzadı göğe. Gölge oldu, karıncalara ve yoldan geçenlere. Galaksideki toz bulutu dağıldı. Yörüngesini şaşıran bir gezegen yerini buldu. Bir yıldız daha doğdu uzayın karanlık boşluğunda. O ana dek sağa sola yayılarak, dağılarak ilerleyen; bir türlü bir yere ait olamayan, doğru düzgün akamayan bütün akarsular yatağına kavuştu. Samanlardan örülmüş bir yuvada ürkek bakışlarla etrafını süzen yavrunun üstüne bir anne ya da baba kuş kanatlarını gerdi o an. Avuçlarının atlasında senin, dünyayı keşfediyordum. Bir kadın ve bir erkeğin gözleri buluşuyordu tutkulu bir dansın finalinde Latin Amerika'da. Bir anne yeni doğan bebeğini ilk kez kucağına alıyordu o an. Adını bilmediğim dillerde sevgi sözcükleri fısıldıyordu insanlar birbirlerine. Avuçlarında senin, yeni bir evren yaratmıştı Tanrı tam o anda. Ben ilk kez rüzgârın uğultusunu duyuyordum parmak uçlarımda ve bir yağmur kuşu kanatlarını çırpıyordu orada. Adını hiç bilmediğim iklimlerle tanışıyordum ellerinin çizgilerinde. Bir fil, büyük bir sancıyla yavrusunu doğuruyordu Afrika' da. Bir su kaplumbağası kabuğunu kırıyordu okyanusun kıyısında. Avuçlarının içinde anbean yaratılan evrenleri keşfediyordum. Bir güvercin sürüsü kanatlanıyordu saat kulesine doğru. Kordon' da ilk kez buluşuyordu iki liseli. Bir kadın bir adamı ilk kez öpüyordu ve bir çift sonsuza dek evet diyordu. Avuçlarında senin, sayısız evren vardı. Birinde bir ışık dalgası, bir ses dalgası ile sevişiyordu. Bir şarkının notaları bir evrenden diğerine köprü kurmuştu sonra. Bir şaman oturuyordu milyarlarca yıl evvel ay ışığında bir kayın ağacının gölgesinde . Tam da az evvel filin yavrusunu doğurduğu yerde; davuluna vuruyordu şaman. Nasıl akacağını unutmuş bir akarsu kayın ağacının gölgesinde ilerliyordu sessizce. Şaman davuluna vurmaya devam ediyordu. Kayın ağacının dalları arasından binlerce yıl evvel esendi şimdi senin avuçlarında ve benim parmak uçlarımda uğuldayan rüzgâr. Avuçlarında senin keşfettiğim sayısız evrenden birinde bunlar oluyordu. Diğerinde bir ressam, aylardır bitiremediği tablosuna son fırça darbesini atıyordu o an ve bir şair, şiirindeki dizeyi tamamlıyordu. Bir kadın ve bir adam birleşiyordu bir başka evrende. Bak nasıl da bir oluyorlardı sessizce. Bir salyangoz uykusundan uyanıyordu, bir köstebek toprağın altından başını uzatıyordu dışarı. Bir bebek anne demeyi öğreniyordu. Bir çocuk ilk kez kar görüyordu. Bir orkestra mükemmel bir uyumla Bach çalıyordu. Bir Budist rahibin bedeni Tibet'te, ruhu ise şamanın yanında kayın ağacının gölgesinde dinleniyordu. Senin çocukluğundu ağlayan bir diğerinde; annenin ninnileri, ezgileri duyuluyordu yaşam çizginde. Babanın yarattığı hayal kırıklıklarına rağmen serçe parmağında yeni bir evren yaratıyordu Tanrı tam şu anda.
Bir şifacı defne yapraklarını bırakıyordu küpteki yağmur suyuna. Bir kadın bir otobüs durağında göğe bakıyordu. Kayın ağacının dallarından esen rüzgâr, senin yaşam çizginden kadının yüzüne doğru esiyordu. Anlam veremediği bir ferahlık duyuyordu kadın.
Bir başka evrende akşamdan banyo suyuna koymak için bir dere kıyısından silkinti otu topluyordu genç bir kadın Hıdırellez sabahı ve bir şair, şiir yazıyordu bunun için: "buraya bir silkinti otu koyuyorum / kırk dert bir arada canına yandığım kırkına birden deva olsun." *
Bir adam bir kadına bu şiiri okuyordu senin orta parmağındaki evrende. Usulca sokuluyordu ayaklarına kadının, adı masal olan bir kedi.

Tarihi bir evin balkonunda toprak saksılarda kaktüs yetiştiren bir kadın, yılda bir kez çiçek açan kaktüsünü uzunca seyredebilmek için erkenden kalkmıştı. Teneke bir kutuya limon fidanı dikmeye karar verdi aynı sabah. Güneşi selamladı. Kahve çekirdeklerini demlendirdiği termosunu karıştırdı. Şekersiz filtre kahvesini yudumladı. Ahşap radyosundan dinleyeni sarhoş eden bir dans şarkısı yayılıyordu.
"Besame Mucho" siyahi sanatçının sarhoş eden sesi insanın kanında tatlı bir karıncalanma yaratıyordu. Yan komşusunun dairesinden belli belirsiz kavga sesleri geliyordu. Kadın kocasına içindeki öfkeyi kusuyordu: "Ben senin yüzünden işi bıraktım. Senden nefret ediyorum. Hayatımı mahvediyorsun"
İki kadının birbirine paralel fakat birbirinden farklı yaşantısına aynı apartmanın duvarları tanıklık ediyordu. Teneke kutudaki toprağı havalandırıp limon ağacı fidesini kutuya yerleştirdi. Fidanın can suyunu verdi.  Yan dairesindeki kadını kahvaltıya davet etmeyi düşündü. İkisinin paralel hikâyesi aynı kahvaltı masasında kesişti. Çay demini alırken birlikte balkondaki güvercinleri yemlediler. İki kadın Didem Madak'ın "Grapon Kağıtları" adlı şiir kitabından bir kaç dize okudular birbirlerine. Kocası ile kavga eden kadın diğerinden daha genç olandı. Didem Madak'ın kendini evinin balkonundan sessiz bir çığlıkla attığı yaşta, ölünmeyecek kadar genç bir yaştaydı. Güvercinler pencere pervazından kanatlanırken iki kadının vazoya koyduğu karanfiller kokularını saldılar suya. Bir kaktüsün çiçek açışını izlemek gibi naif bir eylem ve bir kadını ağlatmak gibi çirkin bir eylem, yeni bir dostluğa kapı araladı.

Beyaz tüylerini yün halısına döke döke balkona geldi bir kedi. Yerdeki lila renkli ip yumağı ile bitimsiz bir oyuna başladı. Güneş tepede yükselip ısısını artırdı. Karanfiller ısındıkça kokuları yayıldı balkona iyice.  İki kadın öğlen vakti kahvelerini muhabbetle yudumladı. Yeni kararlar aldı genç olan. Balkonunda çiçek yetiştirip şiir okumaya başlayacak hayatına kendi isteklerine ve ihtiyaçlarına göre yön verecekti. Fazladan fedakârlıklar yaparak kendinden ödün vermeyecekti. Eve dönünce dikiş makinesinde çiçekli bir fistan dikmeye niyetlendi. Mahalledeki çocuklu annelere hediye edecekti. Çocuksuz anneler de vardı mahallede. Çocukları ölen, çocukları babalarında olan ve babaları uzakta olan... Şükür ki çocuklu olanların sayısı daha çoktu. Dikilecek çiçekli fistan sayısı da hiç az değildi hâliyle.

Beyaz tüylü kedi lila renkli yün yumağını bırakıp annesi bildiği sahibinin koynuna girdi. Kırmızı berjer koltukta koyun koyuna uyudular. Sokakta yeni bir antikacı açıldı. Bir manav kepenklerini erken kapattı. Hasta annesini ziyarete gitti. Hastalıklar iyidir; insana acziyetini gösterir diye düşündü. Öyle ya insan ne zaman kaybedeceğini anlasa daha sıkı sarılır sevdiklerine.

Avuçlarında senin, sayısız evren vardı ve ben kayboluyordum.

Omuzlarınla boynunun arasındaki genişlikte bahar mevsimi vardı; yılkı atları koşuyordu o açıklıkta. Bir kadının dudakları yetişemiyordu yılkı atlarının hızlarına.
Avuçlarında senin sayısız evren vardı. En çok serçe parmağındaki anne dokunuşunda kaldım. Kayboldum.

Kelimelerinden başka hiçbir şeyi olmayan bir kadın bunları yazıyordu sayısız evrenden birinde. Serçe parmağında senin, yeni bir evren yaratıyordu Tanrı. O evrenlerden birinde sev beni. Tanrı yeniden yaratsın ikimizi.
Galata'da bir evde usulca sokuluyordu ayaklarıma, adı masal olan bir kedi. 




Yazar: Hacer Aktaş , Bilgeyik.com


Alıntı:

*Birhan Keskin

Yorumlar

  1. Canım arkadaşım hacer, çok güzel yazmış. Kalemine, yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder