92

Sene 1928, aylardan Ağustos. Eyüpsultan'da bir kız çocuğu gelmiş dünyaya... Başına gelecek onlarca olaydan habersiz. Sanki ömrü boyunca ağlayacağını biliyor da o ağlayışları prova ediyor gibi ağlamış doğduğu anda.

Anne tarafı Bulgaristan'dan İstanbul'a göçmüş, baba tarafı ise Görele'den hiç çıkmamış. Annesinin ikinci, babasının ise ilk evliliğiymiş. İki ablası bir ağabeyi varmış. Ağabeyi Recep, ablaları Kevser ve Miyesser. Oldukça tutucu bir kadınmış annesi, fotoğraf çektirmezmiş. Şeytan icadıymış, günahmış fotoğraf çektirmek...
Annesi, bir kez Atatürk'ü görmüş, trenden Türk halkına el sallıyormuş. Tren uzaklaşırken çakmak çakmak gözlerini göğe çevirmiş...

Sokaklarda çocuklar oyunlar oynarken o da hep dâhil olurmuş. Pek severmiş oyun oynamayı. En yakın arkadaşı Bakkal Saadettin Bey'in kızı Rikkat ile oyunlar oynarlarmış. Saadettin Bey'in karısı, Rikkat'i kız olduğu için yastıkların altında boğmaya çalışırmış fakat o ölmemiş. Bu hikâyeyi duymak bizim kızı oldukça üzmüş. Kendisi böyle bir durumda olmadığı için şükretmiş. Bu kız çocuğu okuma yaşına geldiği zaman annesi onu okula göndermeye pek niyetli değilmiş. Sonrasında bu kararından vazgeçmesini sağlayacak bir olay yaşamışlar: Oturdukları mahallede bir yangın çıkmış. Bu yangından kaçarken bizim küçük kız yerde bir altın bulmuş. Bu altını, ona önlük alıp okula göndermesi için annesine vermiş. Annesi de daha fazla ses etmeyip ona bir önlük almış ve bizim kız çocuğu annesinin rızasıyla okula gitmeye başlamış. Babası o zamanlar emekliymiş, simitçilik yapıyormuş. Okulun bahçesine gelip kızına simit getirirmiş, o da arkadaşlarıyla paylaşarak yermiş.

Tarih Eylül 1938. Babasını kaybetmiş bu kız çocuğu, henüz yalnızca 10 yaşında. Babasının bir daha asla gelmeyeceğini bilmenin hüznüyle günlerce ağlamış. Ne fayda... Aradan iki ay geçmiş, günlerden 10 Kasım 1938. Sabah erkenden kalkıp yine okulunun yolunu tutmuş. Ders esnasında telaşlı bir şekilde dersi bölen nöbetçi öğrenci, "Müdür Bey öğretmenleri acilen aşağıya çağırıyor," demiş. Öğretmenleri gitmiş, on dakika sonra geri gelmiş. "Atatürk vefat etmiş çocuklar," diyebilmiş boğazı düğümlenirken. Bütün çocuklar gibi başta o da ne olduğunu anlayamamış fakat idrak edince iş değişmiş. Hemen bahçeye çıkmışlar, beyaz yakalıklarını çıkartıp yerlere atmışlar. Bayrak yarıya inmiş. Öğretmeni, öğrencisi, görevlisi herkes ağlıyormuş. Bizim kızımız Atatürk'e ağladığını zannediyormuş fakat aslında iki ay önce vefat eden babası için ağlıyormuş. O gün kendine gelememiş, çok ağır gelmiş bu yük ona. Kim iki ay arayla iki babasını da kaybetmeye dayanabilir ki?

Zaman geçmiş bizim kızımız 5. sınıfa gelmiş. TRT'nin ses yarışmasına katılmış ve sesi çok beğenilmiş, koroya seçilmiş fakat artık büyüdüğü için, babası da olmadığı için eve onun bakması gerekiyormuş. Böylece TRT hayali yalan olmuş. O da yetmezmiş gibi okulda bütünlemeye kalmış. Diplomasını alabilmesi için son bir sınava girmesi gerekiyormuş fakat annesi ona izin vermeyince sınava girememiş ve diplomasını hiçbir zaman alamamış. Annesi onu okuldan da almış ve çalışması için bir fabrikada işe sokmuş. Henüz yalnızca 11 yaşında. Kumaş fabrikalarında çalışmış. Görevi kumaşları kontrol etmekmiş. Boyu yetmediği için iskemleye çıkarak ancak yetişebildiği koskoca makinelerin önünde çalışıyormuş. Üç sene İstanbul'da dört farklı kumaş fabrikasında çalışmış. On dört yaşına geldiğinde bir subay ona talip olmuş. Annesi ise ilk kızı Miyesser Hanım'ı kaynana kahrından kaybettiğine inandığı için kızını, annesi sağ olan bu subaya vermemiş.
Bu olayın ardından annesi ve ağabeyiyle birlikte Kırıkkale'ye taşınan kız, burada Top Mühimmat Fabrikası'nda çalışmaya başlamış. O zamanlar askerler fabrikada da çalışırmış. Fabrikada çalışarak aynı zamanda askerliğini de yapan Nuri Bey onu görmüş, beğenmiş.

Nuri Bey, bir sene Kırıkkale'de çalıştıktan sonra annesi ve ağabeyiyle İstanbul'a geri dönen kızımızın peşini bırakmamış. Onu alabilmek için kazandığı paranın büyük kısmını hep kızın annesine verirmiş. Annesi de parayı görünce kızını vermeye razı olmuş. Bizim kız istemiyor, daha kendisi çocuk. Nuri Bey ise ondan tam on bir yaş büyük. Üstelik on beş yaşında olmasına rağmen henüz regl bile olmamış. Lâkin elden ne gelir... Sesini çıkaramamış. Nuri Bey evlenirken ona annesinin yanından hiç ayırmayacağına dâir söz vermiş. Başta ayrılmamışlar da, kızın evine iç güveysi olarak gelmiş Nuri Bey.

Nuri Bey Nazillili. Aydın'da sanat okulundan mezun olmuş. Kırıkkale'de askerliğini tamamlayıp, kızın peşinden İstanbul'a geldiğinde Türk Hava Yolları, sanat okulundan mezun olanlara iş imkânı tanıyacağını duyurunca bu işe başvurmuş ve işe alınmış. Böylece temelli İstanbul'a taşınmış. Dediğimiz gibi, başta kızı annesinden ayırmamış fakat sonrasında verdiği sözü tutmamış. Dağ başında bir ev tutmuş ve kızı annesinden ayırıp oraya götürmüş. Götürürken de annesinin en kısa zamanda geleceğine dâir bir kez daha söz vermiş. Tahmin edebileceğiniz gibi annesi gelmemiş...

Dağ başındaki bu evde yalnız kalan kızımız maalesef burada bir de tecavüze uğramış... Kendimi atarım, intihar ederim diye attığı çığlıkları kimse duymamış... Ne kolay değil mi? Bir insanın hür iradesi olmadan ona dokunabilmek ne kolay... Onda bırakacağın acıyı, korkuyu, hasarı düşünmeden, bencilce, namussuzca ona dokunabilmek ne kolay... Arkanda bir enkaz bırakıp elini kolunu sallayarak gidebilmek ne kolay... Bu yaşadığı acıyı hiçbir zaman anlatamamış bizim kız, ne kocasına ne de annesine. Hiç kimseye... Şükür ki bu hâl fazla uzun sürmemiş ve annesinin evine yakın yeni bir eve taşınmışlar. Burada ilk çocuğunu dünyaya getirmiş. Ardından sırayla bir erkek, iki kız ve son olarak bir erkek daha olmak üzere tam 5 çocuk dünyaya getirmiş. İlk kızı öğretmen olmuş, diğer iki kızı ise devlet memuru. Oğullarından biri deyim yerindeyse bir baltaya sap olamamış, diğeri ise tamirci. Bizim kız, para uğruna küçücük yaşında evlendirildiği için hayatı boyunca parayı hiç sevmemiş...

Çile dolu hayatın sahibi kadın şuan tam karşımda oturuyor. Eşi şimdi hayatta değil, öleli tam 27 sene olmuş. Yıllar onu fazlasıyla yıpratmış. Yüzündeki çizgiler yaşadıklarının dışa vurumu sanki... Artık eskiyi çok iyi hatırlamıyor. Belki de artık unutmak istiyor. Canı yanmış, hem de çok. Yine de hayata tutunmuş. Kendisi 92 yaşında, neredeyse asırlık bir çınar ve siz o çınarın gerçek hayat hikâyesini okudunuz.

Yorumlar

  1. Gerçekten çok etkileyici bir olay, yazar çok güzel anlatmış,sanki o zamanlarda yaşıyor ve o olayı görmüşüm gibi hissetim yarıca çok hüzünlü bir olay,yazarda akıcı anlatmış bir solukda heyecan ile okudum

    YanıtlaSil
  2. Çok duygusal bir o kadar hayatın içinden çok güzel bir yazı olmuş kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  3. Yaşanmışlık çok güzel anlatılmış, çok akıcıydı. Tasvirler gözümün önünde canlandı ve anlatıcının öncülüğünde bir film gibiydi.

    YanıtlaSil
  4. Kusursuz, her yönüyle mükemmel! çok etkilendim.

    YanıtlaSil
  5. Anlatımı çok beğendim. Hikayeyi okurken de hüzünlendim. Eline sağlık.

    YanıtlaSil
  6. Anlatım biçimi güzel, kelimeler iyi kullanılmış ve haliyle sürükleyici. Ufak tefek kusurları olsa da beğendim. Yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder