Herkes Eşitlendi




Yaşadığımız dünyanın getirdiği yoğun ama verimsiz günlerin ısrarlı tekrarı yazma eylemimi nihayete erdiriyordu ki, 100 yılda bir yaşanabilecek bir salgın peyda oldu ve bu da evet bizim döneme denk geldi. Ben de biraz zaman tanınmışken bu döneme dair duygularımı paylaşmak istedim.. Bakalım bizim nesilde neler gözlemlemişim? Keyifli dakikalar...

Veba, kolera, İspanyol gribi pandemilerini kitap ya da belgesellerden öğrenen, genellikle yaşadığı dünyanın nimetlerinden sonuna kadar faydalanan, kıtlık, darbe, savaş görmeyen, her şeyi kendinde hak gören ve çoğunlukla tüketmeyi bilen, tükettiğini üretemeyen, ben neslinin ürünü modern insan avlandı. Evi kafesi, prangaları kendi tercihleri, düşünceleri oldu. Bazıları avcı-toplayıcı atalarını hatırladı. Çoğu hatırlamadı belki ama iç güdüsel olarak evinde üretmeye başladı. Ekmeğini, maskesini, giyeceğini...

Elbette bu durum yaşanması istenmez ancak bu durumun öğretici tarafları yok mu? Nice okulların, hocaların öğretemeyeceği dersler var biraz düşünürsek. Tarihin yazacağı günleri yaşamak da bunu gerektirmeli.

Kendini dünyanın sahibi sanmaya başlayan, kendinden başkasına yaşam alanı bırakmayan insanın bir mikroskop canlısı karşısındaki acziyeti dünyadaki canlıların yaşama hakkını savunuyor gibi değil mi? "Acziyet cefanın babasıdır" demişler. Aciz bıraktığımız her canlının cefasını çekeceğiz elbet.

Güç dengeleri, strateji savaşları, kurumsal sahnelerde oynadığımız roller, para, güç, hiyerarşi her şey anlamını değiştirdi. Hiç birinin karşılığında takas edemeyiz önceki hayatımızı. İşin en ilginç tarafı karşılığında sahip olduklarımızı feda ederek hiç kimsenin bu meseleden kurtulamaması. Feda demişken, sahi neleri feda etmiştik? Arkadaşlarımızı, gururumuzu, sadakatimizi, güvenilirliğimizi. Başka? Şimdi kim karlı? Hayatını kiraya verenler ve karşılığında şu an işe yaramayan bir dizi sıfat alanlar mı? Yoksa tavizsiz hiyerarşinin altında kalanlar mı? Gerçi çoğu zaman dedikleri gibi.. Feda sizin, kar bizim olsun.

Tolstoy' un dediği gibi, "Kimseyi küçümseyecek kadar büyük değilsin. Küçümsediğin her şey için önemsediğin bir bedel ödersin" İnsanlar kendi cinsleri arasında duvarlar ördüler, uçurumlar yarattılar, etiketler icat ettiler. Kendi modelimizle iletişime geçmek için önce yine kendi modelimizde ama farklı etiketlerde bir dizi makam atlıyoruz. O ara makamlardan birine daha çok yaklaşmak için serengeti vahşi doğasını aratmayacak tuzaklar kuruyoruz. Peki bazılarımız bu yarışa girmeyince ne diyor? "Senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata. Varsın yara içinde kalsın dizlerim. Yüreğim kadar acımaz nasıl olsa" Cemal Süreya.

Hayatta en çok neden güç aldığınıza dikkat edin. O güç arkanızdan çekildiğinde ne hale dönüşürsünüz bir an düşünün. Gücü kalbinden, zihninden alan insanlar olursak hayatta kalırız. Özellikle bu gibi durumlarda. Mutluluğu kendi varlığında bulanlar bu uzaklaşma sürecinde de üretken olup doğal sorgulama ile aldığı derslere odaklanırken, diğerleri kimseye zararı olmayan paylaşımlara hakaret edip kendi gölgesiyle kavga eden insanlara dönüştüler. 

Şimdi herkes eşitlendi. Çok paramız, eşyamız, giysimiz olsa da bunu değerlendirecek ortamlarımızı kaybettik. Ne kadar aldıysak o kadar dert oldular. Sadeliğin güzelliğini fark ettik. Ne kadar sadeyse o kadar görkemliydi, ne kadar azsa o kadar çoktu, ne kadar yavaşsa o kadar anlamlıydı zaman. Hedeflerimizin peşinde koşarken zamanı unuttuk. Aslında hedeflerimiz hayallerimiz miydi? Ayrıt edemedik.

Doğa sanki Donnie Brasco (film) cümlesini yüzümüze vuruyor: Tahterevallinin diğer ucuna oturarak sayemde yükselen insanlara, canımın sıkıldığında kalkabileceğimi söyleyin.

Sağlıklı ve mutlu bir dünyada, aynı aya, aynı güneşe baktığımızı hatırlamak dileklerimle.
Şimdilik hoşça kalın.

Yorumlar