FESLEĞEN SOSLU MAKARNA



Yağmur bir haftadır hiç durmamıştı. Gökyüzü, birazcık da beni dinleyin dercesine adeta tüm dertlerini bize anlatıyordu. Belki içinin bu kadar dolması normaldi belki de bize hatırlatmak istediği ne çok şey vardı. Günün telaşıyla baş edebilmenin ne zor olduğunu düşünürken tüm yorgunluğunu gidereceğine inandığı kahvesini içebilmek için hızlı hızlı adımlarla nehrin kenarındaki kafeye doğru yürüdü kadın. Yağmur hızlanmıştı. Kapıdan içeri girerken “ the sky is crying” diyen adamın sesi ve müziğin ritmi ruhunu sardı. Kahve kokuları arasında, birbirleriyle sohbet eden insanların arasından geçti. Sakin ve huzurlu bir köşeye doğru yönelirken, ah bu bahar neden böyle geç kaldı diye düşünmeden edemedi. Sakin ol dedi kendine, her şeyin yaşanacağı bir zamanı yok muydu? Usulca oturdu ve kendini anın içerisine bırakıverdi. Kahvesini beklerken, etrafındaki insanlara baktı. İnsanların yüzlerinden, birbirlerinden sakladıkları tüm gerçekler belli oluyor diye düşündü. Oysa bunca sahteliğe ne gerek vardı? Gerek olmaz mıydı?  Gerçeklerle yaşamanın ne kadar zor olduğunu bir türlü öğrenememişken, saklandığımız ifadelerin hayatımızı yaşanılır kılması çok mu kolaydı?

Masaya bırakılan kahve fincanı tüm düşüncelerini dağıtmıştı kadının. Kahvesinden bir yudum aldığında gözleri duvardaki fotoğrafa ilişti. O fotoğraf  karesi yıllar öncesine götürdü kadını.  Daha yaşayacaklarından habersizce, hayatın en acımasız olduğu yıllar diye düşündü. Dünyanın en zor vedasıydı. Yok canım sen de dedi kendi kendine, dünyanın en zor vedası nasıl olsun? Oysa dünyanın en zor vedası nasıl olurdu, o zamanlar henüz bilmiyordu. Gülümsedi -hüzünle karışık-. Zihninin en ücra köşelerinden çıktı geldi adam. Kadının karşısına oturdu. Yaşattığı tüm hayal kırıklıklarını masaya döktü adam. Kadının yüzünde acısı asılı kaldı. Parmak uçlarıyla hayal kırıklıklarına dokundu usulca, her bir parçasına kırılmadan önce ne de güzeldiniz dedi. Adamın ruhunda kadının sesi yankılandı. Ve adam birden parçaları birleştirmeye başladı. Uğraştı, uğraştı. Ama paçalar bir türlü bir araya gelmiyordu, gelemiyordu. Pes etmedi adam. Tekrar tekrar parçaları bir araya getirmeye çalıştı. Her bir denemesinde daha çok pişman oldu, canı daha çok yandı. Zaman geçiyor şarkı ilerliyordu. “you know it hurt me, hurt me so bad, made my poor heart skip a beat” diye fısıldıyordu şarkı.  Adam yoruldu. Çünkü parçalar asla bir araya gelmiyordu. Hayal kırıklıklarının içinde yoruldukça, parçalar küçüldü. Küçüldükçe ufalandı, ufalandıkça pırıltılar haline dönüştü ve yok oldu. Kadın kahvesinden bir yudum daha aldı. Duvardaki fotoğrafa tekrar baktı. Fotoğraftaki adam birden kadını öptü. Birbirlerine sımsıkı sarılıp ağlarken, çok güzel makarna yaparım dedi adam. Gözleri nemli nemli gülümsedi. Tüm hüznünü dağıtabilirim cümlesi döküldü adamın dudaklarından. Kadın şaşırdı bir makarna nasıl olur da tüm hüznümü dağıtabilirdi diye düşündü. Gözleri nemli nemli gülümsedi. Usulca ayrıldı bedenleri, farklı yönlere farklı yollara yürüdüler. Yürüdükleri yollar bir daha hiç kesişmedi.
Yağmur dinmiş, şarkı bitmişti. Kadın gözlerini bir çırpıda duvardaki fotoğraf karesinden ayırdı, kahvesini bitirip, usulca masadan kalktı. Hızlı hızlı adımlarla ilerlerken yine yıllar öncesindeki soru zihninde belirdi. Bir makarna nasıl olur da tüm hüznümü dağıtabilirdi?

Yorumlar