T.Üren |
KENDİMİZE AYRILMIŞ ANLAR
Balkon
kapısından adımımı atar atmaz serin bir güz meltemi karşılıyor beni. Sandalyemi
çekip gökyüzüne karşı oturuyorum. Sanki sahil kenarında bir akşamüstü
esintisine denk gelmiş gibi hissediyorum kendimi. Bu defa deniz mavisinde değil
de göğün derinliklerinde hayallere dalıyorum. Elimde bir fincan kahvem; kafamın
içinde milyon tane düşünce öylece uzaklara dalıp gidiyorum.
İçine
düştüğüm derinliklerden yine kendim çekip çıkarıyorum kendimi. Eğer yalnızlık,
uzun süreli bir birliktelik ise hayatında, tüm duygularla tek başına başa
çıkmayı öğretiyor sana. Geceyi keyiflendirmek adına bir şarkı mırıldanıyorum,
dilimde dans etmeye başlıyor “Benim Hâlâ Umudum Var” güftesi.
-GÜZEL
GÜNLER BİZİ BEKLER. EYVALLAH DERSEN OLUR BİTER.
Sonra
arkama yaslanıp Mazhar ağabeyin sesinde, beynimi kurcalayan mülahazaları kısa bir
süre de olsa güz akşamının esintileriyle uğurluyorum.
Biraz
gevşemiş olacağım ki gözüm sokağın akışına takılıyor. El ele dolaşan
sevgilileri, çocuklarını eğlendirmek için koşuşturan anne babaları, hayatı
sokaklarda arayan gençleri...
Bir
dönem en büyük sefahatim sokağın başında beliren suretin hayat hikâyesini
sokağın bitimine kadar kurgulamak olurdu. Görünenin altında yatan görünmezliği
tahmin etmek mümkün müdür bilemesem de zihnimi birazcık olsun oyaladığına
emindim.
Böyle
zamanlarda sokak, gözüme bir tiyatro sahnesi gibi görünürdü. Sergilenen
oyununda adına “yaşamdan kesitler”
diyebilirdik. Elinde şişesi olmayanların hep bir acelesi olurdu. Zaman mı
insanlara yetişmeye çalışıyordu yoksa insanlar mı zamana, yukarıdan bakılınca bile belli olmuyordu. Kim
daha çok zorlanıyordu acaba uyum konusunda? Dördüncü katta oturan Ayşe Teyze de bir üst kattan benim halime bakıp ne
yorumlarda bulunuyordu acep? Hayat bir döngü halinde sürüp gidiyordu böyle
işte.
İnsanın
kendisi ile baş başa geçirdiği anlarda saracak başka bir şey olmadığından belki
de zihnine ne çok yükleniyordu... Oradan oraya ışık hızı ile geçip gidiyordu
düşünceler, hayaller.
Ama
ömür denilen şu süreçte, hele ki böyle kargaşalı bir çağda, belki de herkesin
yapması gereken bir şeydi bu. Durup bakmak gerekiyordu; kuytu bir köşeye çekilip, film şeridi gibi akıp
giden yaşamlara. O zaman kendi yaptığımız hataların da bir ihtimal doğrultusunda
farkına varabilirdik kim bilir? Bütün kötülüklerin başı, insanın hep
başkalarını suçlamasından doğuyordu belki de. Yani iğneyi önce kendimize, çuvaldızı başkasına batırmalıydık.
Beynimin
içinde oradan oraya atlarken tenimi ürperten soğuk havayı hissedip kalkıyorum
yerimden. Sokak da üşümüş olacak ki içini şarabıyla ısıtmaya çalışanlardan
gayrı kimse kalmamış.
İçeriye
giriyor, kendimi sıcacık suyun altına bırakıyorum. Sonra başucu kitabımdan
birkaç sayfa okuyup kapatıyorum lambamı. Gözlerim kapanırken kendime ayırdığım
bir gecenin daha huzuru içinde uykuya dalıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder