Tablodaki Kadın

     
T.Üren

    Dünya Sergileri Günü'ydü. Şehrin tüm ışıkları serginin olduğu salona doğru kendini göstermişti. Ellerim bir huzursuzdu anlatamam. Görevli kişinin yanına gittim, biletimi verdim ve gece, o dakikalarda başlamıştı. Tabloların konularını tarif edemem size, muazzam bir içerik vardı. Etrafımda yediden yetmişe insanlar hayretle bakışıyorlardı birbirleriyle. Her yıl düzenlenen sergi, bu yıl büyük ilgi görüyordu.


    Bir görselde dünyanın çeşitli ülkelerinden kahkahalar vardı, insanlar hatta hayvanlar dehşet mutluluk içerisindeydi. Görsele bakan herkes gülümsüyordu ve bu, bir sanatçıya verilen en büyük hediye olmalıydı. Amacına ulaşmayı başarmış bir tabloydu. Bir başka görselde hayatın aslında görünenden çok görünmeyen bir buz dağının olduğu anlatılıyordu. Korkunun arkasında yatan cesaretin üslubuydu tabloda yer alan gerçeklik. Görselde gerçekten bir buz dağı vardı, ve suyun altı kocaman bir cesaretti. Bunun karşısında misafirler dik duruşa geçmişti, etkilenmiş gibi bakıyorlardı. Kendilerine aniden gelen bir güven ve inanç vardı. Bu tablonun sahibi de insanları kendilerine getirmeyi başarmıştı. Evrenin o gecesinde artı bir dünya kadar farkındalık oluşturacaktı sanatçılar, belliydi. Serginin bu konuda duruşu yüreğimi tatlandırmıştı.


    Ellerimin huzursuzluğu giderek artmaya başlamıştı fakat anlam verememiştim.
O âna kadar huzursuzluk yapacak bir durumun doğma ihtimali aklıma gelmemişti.
Adımımı bir sonraki görsele attığımda, aldığım nefesi geri veremedim.


    Önüme gelen saçlarımı kulak arkası yaptım ve ellerimin su kestiğini fark ettim. Korkunç bir ıslaklıktı. Gözlerim yanmaya başlamıştı, etrafımda kim var ya da kim kaldı, sergi bitti mi yeni mi başlıyordu, kestiremiyordum. Tüm bunlar yaşanırken aldığım nefesimi hâlâ geri verememiştim. Çığlık atmak istiyordum ama çenem kasılmıştı. Mimiklerimi hareket ettiremiyordum. Gözyaşlarım bardaktan boşalırcasına dökülüyordu yanaklarımdan.


    Tabloda, yolun ortasında yatan bir kadın vardı. Saçları baltalanmış, bedeni hakarete uğramış, kıyafetleri ütülenmiş ama yırtıktı. Hamileymiş ama doğuramamış. Ruju ne hoşmuş ama siyaha bürünmüş yüzü.


    Canımı en çok acıtan şey gözleriydi. Kapanmamıştı. Ve yukarıya, mavi göğe bakıyordu.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Kadının tüm acısını üzerimde hissettim.
Veremediğim nefes bir çırpıda çıkmıştı içimden.
Yüzüm bembeyaz olmuştu. Uzun zaman su içmemiş gibiydim, boğazım kurumuştu.
Kalbim bir tüy yumağı gibi saçılmıştı her yere.
Sadece tablodaki kadının değil, o gördüklerimi yaşayıp uyumuşların çığlıkları göğüs kafesimi dağıtmıştı.


    O gece, çöktüğüm yerden kalkamadım. Arkamı dönüp gidemedim. Bakamadım da. Öylece, o kadınla ben de yattım. Etrafımdakiler benimle çöktüler. Benden farklı olanlar da vardı, bazıları isyan edip bazıları çığlık atıyordu ama ben tablodaki kadınla sessizdim. Gözlerim tavana tutulmuştu ama mavi değildi, bu göğün kahve bir rengi vardı. Ne kadar gülüp eğlensek yetmezmiş, birbirimize tutunmanın vaktiyken hâlâ birbirimizden sorumlu değildik.


    Orada anladım. Bu yılın büyük ilgi toplayan sergisi zamanın buz dağıydı. Altında cesaret değil, yıkılış vardı.
Oluşturmak istedikleri farkındalık daha netti.
Kendimizin cesaretini kazanmak ve sesimizi duyurmaktı, şayet o zaman mutlu kalabilecektik.
Yoksa bir sonraki görselde yok oluşu simgeleyen bir tablo olacaktı ve katılacak kimse kalmayacaktı.


Yorumlar