Anıların Kül Rengi

T.Üren


  Ben bir fotoğraf albümüyüm. Kollarımda birçok anı barındırırım. Bazı insanlar benden nefret eder çünkü geceleri onların kalplerini kırarım. Bazı insanlarsa bana baktıkça gülümser. Kimisinin de gözyaşları bir cam gibi anılarında parçalanır. Yıllar önce çok sevilirdim bu evde. Kollarımdaki anıların kahramanları hiç unutmazlardı beni. Her şey mazide kaldı artık. Kahramanların hepsi birden yok oldu. Gerçek hayatta kahraman var mıydı? Güldüm… Yoktu. Fırlatıldığım bu köşede tek bir dostum vardı: mum. Yitmeyen tek insan mum ile beni yılda bir defa yanına alırdı. Fakat anılardaki gibi değildi artık, hiçbir zaman gülmüyordu. Ben bunları düşünürken odanın kapısı açıldı ve o içeri girdi. Bana doğru yaklaştı. Bir süre duygusuz bir tavırla seyretti ve ardından dostum olan mum ile beni alıp dışarı çıkarttı. Sokaklar ıssızdı, gökyüzünde süzülen ölü notalar vardı.

  Bir süre sonra bir uçuruma gelmiştik. Dalgalar kayalıklara her çarptığında ölümü işitiyordum. Zihnimden bunları uzaklaştırmaya çalıştım. Ama ölümden kaçınılabilir miydi? Ölüm apansız bir köşeden çıkıp bizleri derdest etmeyecek miydi? Kuşkusuz. Yine de unutmak istemiştim. Duyduğum keman sesi ile gözlerimi ona çevirdim. Genç, notalarla beraber gökyüzünde süzülüyor gibiydi. Bulutlar, geceden müteşekkil saçlarını okşuyordu. Onu bu denli mahveden yeis ne idi? Bilmiyordum… Belki de bilmek istemiyordum.  

  Mumu yaktı, sustuk. Notalar alev alıyordu. Müziğin ruhu cehennemdeki esirliğinden kurtularak muma karıştı. Genç, bir süre sonra kemanını tozlu toprağa bırakıp başını göğe çevirdi. Beni eline aldı ve yara bere içinde kalmış bedenimi temizledi. Duygudan yoksun gözlerinde koca bir dünya yatıyordu. Ne zaman gözleri dolacak olsa, ağlamak utanç verici bir şeymiş gibi kendini toparlamaya çalışırdı. Keşke bunu yapmasa, diye düşündüm. Ağlasa, anlatsa belki daha rahat ederdi. Fakat çevresinde konuşacağı tek bir kişi var mıydı? Üzülüyordum. Üzüldüğümü bilse bana kızardı. Ah, sesimi duyabilseydi… Duyamazdı. Bir şeyler ters gidiyordu. Genç, olanca yorgunluğuyla mumu bana yanaştırdı, ardından konuşmaya başladı:

‘’Sevginin ve adaletin öldüğü bu dünyayı saçma bir albümde yaşatmanın hiçbir anlamı yok. Zaten benim de nefes almaya takatim kalmadı. Üzgünüm.’’ 

  Dalgaların anlatmaya çalıştığı şeyler şimdi ayan beyandı. Beni bu dünyadan silerek anılarının da silineceğini sanmıştı. Yanılıyordu. Mum usulca ağlıyordu. Gözümün önünde erimeye başladı. Genç, elindeki sararmış kâğıda bir şeyler yazdı ve kemanının tellerinin arasına sıkıştırdı. Ruhum ılgıt ılgıt alev almaya başlamıştı. Yüreğimden dünyaya kan sızıyordu. Bu korkunç kanı yüreğime akıtan ve onu orada kilitli tutan gece miydi yoksa taşıyamadığım anılar mı? Belki ben de yorulmuştum… Ah, hayır. Benim vazifem anıları yaşatmaktı. Yorulamazdım, buna hakkım yoktu. Bedenim umurumda değildi ki. Beni öfkelendiren onun kaçacak kadar aciz oluşuydu. Gülen yüzler niçin hep nefret ile doluyordu ki? Birdenbire yaptığının acizlik olmadığını düşündüm. Önyargıyla mı yaklaşıyordum önceleri? Belki… belki o, bu edim ile uyum sağlayamadığı dünyaya başkaldırıyordu. Kendini kalabalıklarda kaybetmektense ölümü yeğlemişti. Kuşkusuz bu bir reddedişti. Cesaretti. Fakat yine de kaçmıyor muydu? Her şey anlamsız bir hiç uçurumuna asılı olsa dahi, elzem olan yaşamak ve bu anlamsızlıkta anlam yaratmak değil miydi? Yaratılacak bir anlam kalmış mıydı? Kalmamıştı. Hayır, hayır… Kalmıştı. Fakat ölümün eşiğindeki bir insanın anlam düşünecek mecali olur muydu? Olmazdı. Yaşamı kendi eliyle iten birini artık kimse gök duvarlı zindana hapsedemezdi. ‘’O zindanı parçalayabilirsin,’’ demek istiyordum gence. ‘’göğü de yık, duvarı da… Sen değil miydin her şeyi yapabilecek kadar güçlü olduğunu düşünen? Sen değil miydin anlatamadığın her şeyi kucaklayıp korkusuzca fırtınalara yürüyebilen? Neden şimdi böylesin? Neden…’’    

  Yanıyordum. Bedenim acımıyorsa da yüreğim sızlıyordu. Derin bir nefes alıp içimdekileri dağlara haykırabilseydim… Niçin konuşamıyordum? Genç, ‘’Şu insanlara bak,’’ dedi ve kederle güldü. ‘’kimse kimseyi umursamıyor. Neden çocuklar öldürülüyor, neden herkesin sevgisi çıkar uğruna? İnsanlık öldü fakat insanlar hiçbir şey yokmuş gibi yaşayabiliyor. Tabii hayatlarına yaşam denilebilirse.’’ Duraksadı. ‘’Biliyor musun,’’ dedi içini dökebilecekmiş gibi… Sonrasında cansız bir nesne ile konuşuyor olmanın garabetiyle sustu. Oysa ben cansız değildim ki! Hoş, bunu bilse bile anlatabilir miydi?.. Alevler her zerreme yayılmıştı. Mum bir köşede iç çekerek beni seyrediyordu. Sanki… sanki bir kurtuluş yoktu ölümden başka ve mutlu değildi yaşayan hiçbir ruh ölülere kıyasla. Genç, son bir kez gözlerime baktı, yanıma siyah bir gül bıraktı. Başını Ay’a çevirdi. Işığı sönüktü. Umut? Onun için yoktu. Fakat yaşayan herkes yarına inanmalıydı. Dalgalar hırçınlaştı. Genç, derin bir nefeste ölümü içine çekerek kendini aşağıya bıraktı. Biliyordum ki anılarını da beraberinde götürmüştü. Şahit olduğum son şey buydu. Muma baktım ancak o çoktan erimişti. Dayanmama lüzum olmadığını fark ederek kendimi huzurla alevlere teslim ettim. Belki de böylesi daha iyi olacaktı.

  An dondu, zaman parçalandı. Tanrının namlusundan çıkan kurşun geceye saplandı. Yıldızlar yeisle kanayarak gökyüzünden döküldü. Bense bu keşmekeşte yalnız küllerimden ibarettim. Rüzgâr beni kollarına aldı. Bir yanım mavide kaldı, öbür yanımsa yaralı yıldızlara karıştı. Bir o yana bir bu yana savrulurken gencin kemanı arasına sıkıştırdığı notu okuyabilme fırsatı buldum. Satırlarda Shakespeare’ın Soneler’inden bir alıntı bulunuyordu. Fısıldadım:

‘’Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.’’

  Dünyaya en son bu izi bırakıp gitmişti. Notaları onu hep hatırlayacaktı. Belki de doğru dürüst yaşayamadığı kısacık ömründe ölümüyle yaşamaya başlayacaktı. Fakat o bunu dert etmemişti. Yalnızca kurtulmak isteği ile kendini dalgalara bırakmıştı… Kurtulmuş muydu? Son kez gülümsedim. Ben onun deyimiyle saçma bir fotoğraf albümüydüm. Nereden bilebilirdim ki?

Yorumlar