Kimliksiz Ölüler

    
    Koş. Şu köşeden birisi çıkacak şimdi. Kolundan tutup seni kendine çekecek. Düşünme. Bir an olsun duraksarsan derdest edileceksin. Üstüne çullanacaklar. Seni izliyorlar. Her camdan, her kapıdan, her sokaktan… yargılayıcı gözler üzerine çevrildi. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Belki de bir tekneye binmeli ve açık denizlere sürmeliyim. Uzak ve huzurlu… Hâline bak. Ha ha ha. Sus. Hayır susmayacağım. Yoksun. Sahiden mi? Tanrım… Kan sağanağı üzerime yağıyor. Rüzgâr tenimi yakıyor. Alabildiğine koşuyorum. Kendim yanı başımda. Kaçamıyorum.

    Kalabalık, merakla yerdeki ölünün etrafında toplanmıştı. ‘’Ne olmuş?’’ dedi adamlardan birisi. ‘’Kendini aniden arabanın önüne atmış.’’ diye yanıtladı bir kadın. Yüzlerinde belli belirsiz bir hüzün uyanmıştı. Kimileriyse bu edimin bir güçsüzlük olduğunu mırıldanıyordu. Bu ilgi çekici olay, bir saat sonra unutulacaktı. Üzerine toprak atıldığında her şey bitecekti. Sahte göz yaşları döküp onu ne kadar sevdiklerini; iyiliğini, güzelliğini anlatacaklar ve bir ay geçmeden yokluğuna alışacaklardı. Hep böyle olurdu. Bunca kişi, o yaşıyorken, kıyıdan köşeden insanlığa tutunmaya çalışıyorken neredeydi? Kaçmışlardı. Ötekileştirmişlerdi. Deli, demişlerdi.

    Hüviyeti belirsiz birisi bunları düşünerek kalabalığın yanından geçip gitti. Cebinden noktalar, virgüller saçıldı. Yürüdüğü her sokakta bir şiirin izi kalmıştı. Güldü. Kimseler görmedi.

Sabaha karşı sessiz sedasız ipi boynuna geçirdi. Bir hafta sonra odasında ölü bulundu.

Yorumlar